14 Şubat 2013 Perşembe

Ana Fikir

  Yara izlerini hep sevdim. Yanağında yara izi olan bir adam mutlaka özgür bir çocuk olmuştur. Demek ki bir ağaca tırmandı ve en kırmızı eriği yedi. 
  Ne mutlu sevdiğinin aldığı çiçeği, bir bayrak gibi göğsüne bastırarak yürüyen kıza. Çünkü papatya falına bakmamış tek kadın yoktur dünyada. 
'' Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir... ''   Haruki Murakami

12 Şubat 2013 Salı

Bina




 Bir binaya düğme dikmek mi? Bu beni güldürür. Bir tiyatro salonunun nikah salonuna dönüşmesi gibi güldürür. Kurumsallık ceketlerin önünü ilikletir. Duvarlar terler, içerisi devlet kokar. 
Evler mezar belki, yalnızlaştığımız. Toplandığımız yerlerse çoğaldığımız. Otel odaları kulislere hiç benzemez bu yüzden.. Her yer otel olursa bütün bina kapılarına ' Rahatsız Etmeyin' yazısı asarlar ve kaldırımlar koridorlara dönüşür ve ayak seslerimiz halıflekste kaybolur. Bir kaldırım taşı görülse bu yetkililere bildirilir. Tiyatro salonlarındaysa dekor hep değişir. Yapıların derisine dokunuşların izi kazınır. Aşınmış bir mermer merdiven ayak izleriyle dolu. 

*Bir binaya düğme dikmek mi? Bu beni şaşırtır. Terzinin gözleri yol çizgilerini teyel teyel görür.




11 Şubat 2013 Pazartesi

Yazılı


* Ellerimi dua eder gibi açmış Allah' a; küfrediyorum. İnsan kendi gözünün içine bakabilseydi eğer; başka birine baktığında; neler gördüğünün nasıl göründüğünü görürdü. Neler anlardı bakışından kim bilir? 

* Ağlarken ne çok seversiniz beni. Bu yüzden mi?

* Bizim imam ne kadar güzel okuyor beş vakit, meditasyon yaptırıyor. Kopup gidiyorsun yüksek yerlere. Bizim imam hissettiriyor. Valla ki bak! İstersen inanma!

* Bir şarkıyı üst üste en fazla kaç kez dinleyebilirsiniz? 
Pi sayısı 3, 14 alınacak.

* Hiç büyük bir şairin şiirini el yazısıyla yazarken deftere, içinizin gıcıklandığı oldu mu? 
 İstediğiniz sorudan başlayabilirsiniz.

8 Şubat 2013 Cuma

İnşirâh




    Trene biniyorum.. Şehrin göğsünü yarıp geçiyoruz.. Sapıklar, katiller ve faşistlerle aynı vagondayız.. Her göz kırpışta bir kurşun atıyorum.. Cesetlerini Cankurtaran' dan sulara bırakıyorum.. Şehrin biraz içini ferahlatıyorum..
    Çocuk gözlü biri var.. Gözgöze geliyoruz.. Susuyoruz.. Kaza kurşunum ondan sekip kalbime değiyor..  Ölüyorum.. 
    Bu dersten seksen beş falan bekliyorum.. Atomu parçalarsam tüm önyargılarımı da yıkıyorum..
    Göğe düşüyorum...


5 Şubat 2013 Salı

Kemik Tarak


      Anamın sırtı hiç kir tutmadı. Hep sevilen bir kadın oldu o çünkü. Pazar sabahları babamla beraber banyo yaparlardı. Şarkı sesleri, kavgaları, gülüşmeleri duyulurdu. Seslerin yankıları seçilmez olduğunda, iyiye yorardık duyduklarımızı. Günlerden pazar oluşunun bu gürültülü işareti içimizi rahatlatırdı... Çay kaşığı sesine uyanır; pazarın o sonsuz uzun saatlerinde; güneşin eve girişini, tozların düşüncelerimiz gibi uçuşunu izlerdik. Gazetelere satır satır bakılırdı da bir köşedeki ödevler omuzlarımızı çökertirdi boşuna.
       Tedirgin edici bir huzurdu bu. Sanki bir süre sonra biri koşturarak merdivenleri döve döve aşağı inecek, bir gürültü kopacaktı.Kimi zaman öyle olurdu da. O anların acısıydı belki içimizi sızlatan. Annemin cildi açılmamış sessizliği boşlukta kanat çırpar, yetişir düzeltirdi her şeyi.Çünkü sesi, eski bir medeniyetin büyük bir kütüphanesiydi. Bir fırtınayla tüm kitapları sayfa sayfa açılırdı.
       Anamı tanıdığım günden beri saçları yıldızlı, yumuşacık, incecikti. Uzun  ve incecik. Beyaz sabun kokan saçlarını kemik tarakla taramak için ablamla yarışırdık. Ben kazanırdım çoğu kez. Acıtmadığım için. Halbuki anasının kuzusu, korunan, gözetilen oydu. Tartışmalarımız sert geçerdi annemle, dokunmalarımız nezaketli. Saçım saçına benzerdi, bilirdim nasıl taranacağını. Düşünceleri düşüncelerime benzerdi. Bilirdim kavgasını. Kendi kendine dokunmanın hazzıydı bu paylaştığımız.
        Dertleri onu huzura alamadan önce banyosunu ben yaptırırdım. Çiçek gibi yarasını beyaz sabunlarla silerdim.  Üşümesin diye kovaya aldığım sıcak suyu usulca sırtına dökerken ben; bu sırada dermansız eli sırtından süzülen saçlarını; boynunun kıvrımından, pembe uçlu memelerine dökerdi. Hayatımın en erotik sahnesi. Sessiz, sonsuz, vurucu.
        Vardığı o yer, yaşadığı zamansız, sıcak pazar gününde yıldızlı saçları çimenlere karışmıştır, basmaya kıyılmaz.. Üstünden yağmur suları süzülür de sırtının geniş toprağı çiçeklerin yatağı olur. Beyaz sabun kokulu renk renk çiçekler. Sessiz ve vakur açarlar sebepsiz. Gözlerinden öperim.

*En çok kendimizi mi seviyoruz? Sırt yıkama fırçalarından nefret edelim rica ederim.
     
     
     

1 Şubat 2013 Cuma

Bölüm 13

  
  Yalnız kaldıkları her an telefonu açıyorlar. Sanki ne kadar kalabalık olduklarını kendilerine kanıtlamak ister gibi.Korkularıyla başediyor da insan yalnız olduğunu duyumsadığında bundan hızla kaçmak istiyor. Bu kısır döngü böyle sürüp gidiyor.
  Biri masadan kalkıp gidiyor, diğeri gidenin ardından bile bakmadan elini cebine götürüyor. Gözünü kaldırıp ışığa bakmıyor, yansımalara çeviriyor yüzünü. Bazen kafasının içinde yalnız kalıyor bekleyen, ve diğeri geldiğinde de gizli gizli ekrana bakıyor. Bu diğeriyse, bunu fırsat bilip masanın altında tuttuğu sımsıkı avucunu açıyor, dokunuyor, bakıyor.. Telefona. Bakışıyorlar sonra.. Ara ara susup gülüşüyorlar.. Şarj bitene dek.


Oysa;
hani birbiri için her şeyi yapabilecekleri gözlerinden okunan çiftler vardır ya..Güvensizliklerini nasıl ulu orta yaşar, birbirlerine yaslandıklarını ne güzel belli ederler. Bir yere girdiklerinde, sanki biri diğerinin elini bıraksa öteki kapaklanıp yere düşecek gibidir. Kalabalıkta fısıltıyla konuşurlar da sorsan konuştuklarının önemi havaya suya yaklaşmaz.Gülüşürler de ara ara. Başkasına bakıp bakıp şükrederler. Amin. Amin. Bunlar da öyle açılamazlar ki dünyaya, korunmaktan ölüm gelir. Yada biri diğerini yokediverir. İşte o da güç gelene dek...

Bu da din dersinden öğrenilenler: İncil, Korintliler Bölüm 13.

Bu gece sevişin rica ederim!




31 Ocak 2013 Perşembe

Ayna

  http://fizy.com/#s/22pexq   (Bunu Açma!)

Kuantum fiziğinden ne öğrendik: elektronla çekirdek arasında kocaman bir boşluk var, aynı zamanda durmayan bir çekim ve hareket... Dünyayla güneş arasında, güneşle samanyolu, evren, sonsuz boşluk...
  Ben üst üste konmuş, sıkışık bir sürü aynadan oluşuyorum. Çok yakın olduğu için aynalar; birbirini göremiyor, birbirini yansıttığını algılamıyor. Geçirgen ve yansıtan. Çünkü su ve topraktan oluşmuş. Kum sıkışmış, yanmış.
  Ama kırık ayna düzelmiyor kendi kendine.( Soğuksam ısınmam gerek, yanmam. Eriyip tekrar içime üflenmesi gerek sonsuz nefesin.) Ama o da ışığı farklı yansıtıyor bir çok yöne, kırılmış..( Kendi içine bakabilsen.) Ama aynanın ardında sırrın var. Ona bakmak; içine, sırtına. Orada gizli sır.
  Kırık aynalar da iyi ki var. Çünkü o çok kırılmış aynalar, çok ışık, renk yansıtırlar. Bu yüzden kötülük bu dünyada iyiliğe yol açar

30 Ocak 2013 Çarşamba

Anadil

İki hafta önceydi sanırım, öğretmen bir arkadaşım, görev aldığı eski okullarının birinde yaşadığı bir olayı anlattı. Günlerdir aklımda, dokunuyor. Anlattığına göre yeni sömestr başladığında başladığında rehabilitasyon merkezleri öğrenme güçlüğü çeken öğrencileri eğitmek için, öğretmenlerinden sınıflarındaki bu çocukları bildirmelerini istemiş. Öğretmenler de toplanıp listeledikleri öğrencileri birbirlerine bildiriyorlarmış. Arkadaşım diğerlerinin yazdıkları isimleri görünce şaşırmış, bir tuhaflık olduğunu hissetmiş ve arkadaşlarından yazdıkları öğrencilerin memleketleri ve ailelerinin ne iş yaptıklarını da yazmalarını istemiş. Yazmış gelmişler neyse. Arkadaşım okuduklarını görünce çıldırmış ve diğerlerine tepki göstermiş. Çünkü öğrenme güçlüğü vardır diye damgaladıkları öğrencilerin büyük bir çoğunluğu anadili kürtçe olan ve konuşmadığı bir dile adapte olmaya çalışan çocuklar, fakir çocuklar, doğulular... Yani zeka sorunu çocuklarda değil, onları akıllarınca seçip ayıklayanlarda! Geçtiğimiz hafta sonu da Ev, Mercedes ve Anneler oyununa gittim. 
 Dilimizin sınırları ne yazık ki dünyamızın sınırlarını çiziyor, bu nedenle de kendi dilimizden olmayanı itiyoruz. Dünyaysa zaten sesimizi soluğumuzu kendimizi ifademizi ta çocukluğumuzdan itibaren kalıplara sokuyor. Oyunu seyirci üzerinden de izledim biraz. Birkaç kişi, ki bunlar beyaz yakalı, okumuş, etmiş insanlar ; oyunun 'anlaşılmaz' olan bölümlerinde, büyük bir ön yargıyla anlamamayı seçti. Çünkü  oyuncu ısrarla kendi dilinde anlatmaya çalıştı. Bu bölümler oyunun nasıl bir seyirci deneyine dönüştüğünün de göstergesiydi. Bu kişiler mesela oyun başlar başlamaz huzursuz oldu, güldü ve sonunda çıktılar. Yanılmıyorum, bunlar dilini anlamadıkları bir çocuğa, kadına, adama da derdi, anlatmak istediğine bakmaksızın iten insanlar. Suçlama değil, öğrenilmiş tavır bu. Unutulmalı, bırakılmalı ancak. Bunu değiştirmek, göstermek açısından hedefine ulaşmış bir oyun olduğunu düşünüyorum Ev, Mercedes, Anneler' in. Mesela şu öğretmenler gitse, görse.. Korkmasa kimse, bir şey olmayacak özgürlükten. Güzel olacak. 

27 Ocak 2013 Pazar

                                                         Okuyana.. Merhaba..